Bugünün en önemli
olayı Çanakkale Deniz Zaferi’nin 100. Yılı. Her yerde bununla ilgili yazılar,
alıntılar var ama çoğu o ilkokul günlerimizdeki müsamereler tadında. Bu inanılmaz
değerli konuyu sürpriz bir zamanda, layığıyla yazmak istiyorum. Bugün değil,
müsamere tadında değil.
18 Mart’ın gölgesinde
kalan bir haftanın içindeyiz aslında, bu hafta
“Yaşlılara Saygı Haftası”. Sorun
da haftanın adından başlıyor bence. Halk olarak yaşlıları sayıyoruz ama onları
sevmiyoruz.
Yaşlıları sevseydik, onlara “bakmak zorunda” olmazdık.
Onlarla birlikte yaşardık, yaşamak derken yaşamlarına tanıklık ederdik.
Engellileri eve kapadığımız gibi yaşlıları da evlerine hapsetmezdik. Eğer
yaşlıları sevseydik, onları evlerinden çıkarırdık. Kolayca evlerinden çıkıp,
rahatça onlara göre düzenlenmiş yollarda yürüyebilirlerdi. Hatta yabancı
ülkelerdeki yaşlıların kullandığı araçlardan bizim yaşlılarımızın da olurdu.
Binerlerdi alçak ve yavaş motosikletlerine, istedikleri yere düzgün yollardan tın
tın giderlerdi. Kendi başlarına. Kimseye ihtiyaçları olmadan. Dışarı
çıktıklarında arkadaşlarını, diğer çocuk ve gençleri ve hatta kendilerinden de yaşlıları
görürlerdi. Güneşi görürlerdi, yağmurda ıslanırlardı ama kendilerini hapsedilmiş
hissetmezlerdi.
Eğer yaşlıları sevseydik, onlarla konuşurduk. Konuşurken
gözlerine bakardık. Gözlerindeki 11 yaşındaki çocuğu görürdük. Konuşurken
yüzlerindeki kırışıklıkları seyrederdik. Her bir kırışığın altındaki hikayeyi
merak ederdik. Onlara hikayeler anlattırırdık. Milyonlarca defa dinlemek için
zaman yaratırdık. Onların yanında akıllı telefonlarımıza dalıp yüzlerine bile
bakmayı unutmazdık. Böyle yapabilseydik eğer, onlar da bizlerle iletişim
kurmanın tek yolu olarak hastalıklarını kullanmazlardı. Neşeli şeylerden
konuşurduk, çünkü onların da gelecekle ilgili hayalleri olurdu. Hayalleri yaşayan
insan neşeli olmaz mıydı?
Bir bakın etrafınıza. Ama görmek için bakın. O zaman
çocukların yaşlılarla çok iyi anlaştıklarını fark edeceksiniz. Çocukların ve
yaşlıların zaman kavramları denk işler. Zaman, onların oyunları için uzar ve
uzaaar. Çocuk, yaşlının eli ayağı olur; yaşlı, çocuğun aklı. Birbirlerini
bütünlerler, birbirlerini çok severler, gönülden oynarlar birbirleriyle.
Çocuk ve yaşlı sevmeyen yetişkinler de asık suratlarıyla
oradan oraya koştururlar. Onlara zaman asla yetmez. Gözleri bozuk değildir ama
ne yeşil çimleri görürler, ne de yuva yapmak için gagasına dal parçası almış
güvercini. Durup manzaraya karşı, öylesine bakmazlar. Onlar ne çocuklardan
enerji ne de yaşlılardan akıl alabilirler. Kendi çemberlerinde dönüp dururlar
dolap beygiri gibi. Sonra da derler ki bir gün biz de yaşlanacağız...
Çok mesaj kaygılı olacak burası ama lütfen fark edin. Lütfen
bugün en yakınınızdaki yaşlıyı sevip sevmediğinizi düşünün. Sevmiyorsanız ne
engel oluyor? Bu sizinle mi, onunla mı ilgili bir şey? Eğer benim gibi
şanslıysanız ve sevdiğiniz yaşlılar yakınınızdaysa, onlara sıkı sıkı sarılın.
Her bir kırışıklığın hikayesini anlattırın. Dokunun onlara. Kolay olmadı o
kırışıklıklar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme