
Geçen
hafta Cuma gününden beri herkes birbirine “o”elbisenin rengini sorup duruyor.
Google ‘a “The Dress” yazınca 261.000.000 (ikiyüzaltmışbir MİLYON) sonuç
geliyor. Yani bayağı bayağı bir olay cereyan etmiş demek bu rakam.
İkiyüz
küsür milyon tartışmanın içinde ben “beyaz-altın rengi” görenlerden yana saf
tutuyorum. Elbisenin gerçek renginin mavi-siyah olması, benim gördüğüm şeyi
değiştirmiyor.
Basit
bir elbise resmi herkesin algısının nasıl farklı olduğunu açıkça ispat ediyor.
Peki ya hayatın içindeki bin bir detay? Kim bilir o olaylar, o detaylar nasıl
da farklı algılanıyor.Ben de
oturdum bu olay üzerine ciddi ciddi düşündüm. Ortada gerçekten karaya ak deme
olayı var, en azından benim açımdan. Bilimsel açıklamaları da araştırdım
internetten; pek dişe dokunur, yararlı bir şey göremedim.
Belki
beynimizdeki bir kodlama, belki de beynimizin hangi kısmını kullandığımız ya da göz sinirlerimiz algımızı etkiliyor,
gerçek sebebini bilmiyorum. Sadece bu elbise olayı bana iki farklı konu
hakkında önemli dersler veriyor:
· Herkes
birbiriyle aynı şeyi görüp anlamak zorunda değil. Benim gibi beyaz-altın rengi
görmüyor diye, siyah-mavi gören birini ikna etmeye çalışmak boşa kürek çekmek
demek değil mi? Ya da daha da beteri mavi-siyah gören birini kınamak, onu bu
sebepten yargılamak ne kadar boş değil mi? Hatta bu sebepten çatışma yaşamak,
daha da ilerisi savaşmak... tek kelimeyle boş olurdu, değil mi?
· Elbise
ortada, kendisi hakkında bunca gürültünün patırtının olduğundan habersiz
mavi-siyah bir şekilde duruyor, değil mi? Ben onu beyaz-altın görüyorum diye elbisenin
rengi de değişmiyor, değil mi?
Hayat
da aynen, etrafında dönen bunca şeye aldırmadan olduğu gibi orada akıp geçiyor
işte. Sen ne kadar “Hayır, benim gördüğüm gibisin” desen de, başkası da “Sen
yanlış görüyorsun” diye ısrar etse de gerçeklik olduğu gibi, değişmeden, olduğu
yerde duruyor.
Sonra
işitme kaybıma yansıtıyorum bu düşünceyi. İşitme kaybı başkasına kara görünüyor
olabilir, bu bana ak görünmesini değiştirmiyor, ne yapayım algım böyle. Diğer
taraftan da ben kendimi üzüntüden
hırpalasam da parçalasam da olacak olan oluyor. İşitme kaybım varsa var işte.
Benim nasıl gördüğüm, senin nasıl gördüğün, onun nasıl gördüğü işitme kaybının
varlığını değiştirmiyor.
Hal
böyle iken elbisenin rengi de önemini kaybediyor... Başkalarının ne dediğine ve
elbisenin ne renk olduğuna aldırmadan onu giyebilmek, onu üzerinde taşıyabilmek
belki de tek gerçek dert haline dönüşüyor.
Hayat herkesin farklı renkte gördüğü bir
elbiseyse, ben onun rengini dert etmiyorum.Sadece onu giyip gidiyorum
eğlenmeye, kim ne derse desin J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme