Bugün 18:30 a kadar ne yazacağıma tam olarak karar
vermemiştim. Başıma da yazacak bir şey gelmedi...derken konu ortaya çıktı.
İşten çıkışta genel müdürüme iyi akşamlar diledim. O da bana
diledi. Sonradan misafirlerini yemeğe götüreceğini, beni de evimize daha yakın
bir yere kadar götürebileceğini söyledi. Tamam otobüslerden besleniyorum dedim,
ama otomobilin rahatlığına da karşı değilim tabi ki. Bindim arabaya. Misafirler
yabancıydı. Arabada İngilizce konuşuluyordu. Gayet rahattım ve konuşulanları
anlıyordum.
Burada küçük bir bilgi arası vermem lazım. Bilmeyenler vardır
mutlaka. İşitme kaybı olanlar için bazı ortamlar “zor ortamlar” olarak
adlandırılır: restoran ve araba gibi. Restoranlarda uğultu çok fazla olur. Çatal
bıçak sesleri de frekansları yüzünden kayıplı kişinin zihnini bulandırır. Aynı anda
birden fazla kişi konuşuyorsa, durum işitme kayıplı kişi için daha da
karmaşıklaşır. Yolda giden arabanın da çıkardığı, muhtemelen normal insanlar
tarafından çok da algılanmayan bir sesi vardır. Giden arabada konuşulanları
anlamak da işitme kayıplı birey için oldukça güçtür. Bir de radyo açıksa tam
şenlik olur.
Tam ne güzel anlıyorum diye düşünürken müdürüm aracın
radyosunu kapattı. Bana bugün olan bir olayla ilgili bir şey sordu. Ne kadar
duyarlı, ne şanslıyım diye düşündüm. Benim daha rahat işitmem için radyoyu
kapattığı için minnet duydum kendisine. Bunlar aklımdan geçerken soruyu anladığım
halde tekrar etmesini rica ettim. Sonra yanıt verdim. Konudan konuya atlarken, benim
işitme kaybıma geldik. Kaybın ilerlediğinden bahsettim, gelecekte koklear
implant ameliyatı olmam gerekebilir dedim. Müdürüm de: “Evet işe başladığından
beri kaybın ilerledi” demez mi?
Şimdi kaybın ilerlediği ortada. Bilimsel gerçeği siz
okuyanlar da dahil olmak üzere herkes biliyor. E ben konunun başında demişim
zaten ilerliyor diye. Müdürüm de evet ilerliyor dedi. Yani adamcağızın bir suçu
yok, ama ben koptum yine neden öyle dedi diye. Kafa stop etti. Yine.
Öyle bir ikilem içindeyim ki bir yandan ne şanslıyım duyarlı
insanlarla, beni böyle kabul eden ve ona göre davranan insanlarla çalışıyorum
diyorum. Diğer tarafta da kaybın ilerlemesinden dolayı değil de bunu
başkasından –hem de patronumdan- duymanın üzüntüsünü hissediyorum.
Kafam bunlarla karışık eve geldim. Sigara içen biri olsaydım
sigara içerdim. Sucuğa bağımlı olduğum için sucuk yedim. Bu sefer yumurtasızdı.
Düşünün sek, yumurtasız sucuk yedim! Kafam o kadar bulutluydu yani :)
Sucuğun kanıma karışmasının etkisiyle her şey berraklaştı. Önümde
yine iki seçenek vardı; ya geleceğim için endişelenecektim ya da şimdi beni
anlayan ve saygı gösteren insanlarla çalıştığım için mutlu olacaktım. Tabi ki
mutlu olmayı seçtim. Mutlu olmayı seçtiğimde bardağın tamamı dolu gözüktü.
Kıssadan hisse: Hayat aslında hep seçimleri önümüze koyar. Sucuğu
acılı mı, acısız mı yiyeceğimize kendimiz karar veririz.
Hep acısız sucuğu seçmemiz dileğimle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme