Facebook sağ olsun, eski arkadaşlarımızın ne yaptığını ondan
öğrenmeye başladığımızdan bu yana telefon sohbetleri git gide azaldı. Üzerine
bir de Whatsapp gelince telefon etmeyi iyice unuttuk. Hoş, bu iş benim gibi
işitme sorunu yaşayanlara ilaç gibi gelse de telefonun, özellikle de yüz yüze
görüşmenin yerini hiç bir şey tutmuyor.
Bugün üniversiteden bir arkadaşımla telefonda konuştum.
Üniversitedeyken çok yakın arkadaş değildik ama mezun olduktan sonra beni yılda
en az bir defa aramaya başladı, biz de bu şekilde haberleşir olduk.
Bahsettiğim arkadaşımın ayağından bir ameliyat geçirdiğini
öğrendim. O beni her yıl arar ya; ben de “Facebook’tan geçmiş olsun diyeceğime bir
telefon edeyim” dedim. Tam 23 dakika konuşmuşuz. Üniversitede toplamda bu kadar
konuşmuş muyduk gerçekten bilmiyorum. Çoluk çocuktan bahsederken konu
üniversitenin ilk yıllarına geldi. Benim kabus olarak hatırladığım o ilk
yıla...Yetenek sınavıyla öğrenci alınan bir bölümün, üniversite sınavıyla
alınan, hem de azımsanmayacak yükseklikte puanla alınan ilk öğrencilerindenim. O yıl yetenek
sınavıyla gelip hazırlık okuyan sınıf arkadaşlarımıza ve hazırlığı atlayan bizlerin
yeteneksiz olduğumuza inanan hocalarımıza kendimizi anlatmaya çalışarak
geçti. Çok zor bir yıldı. Tüm eğitim
sürem boyunca sonucu net olan problemler sorulmuştu bana, üniversitede ise
sorulan problemlerin sınıftaki öğrenci sayısı kadar çözümü vardı. Lisede
aldığım sert kuralları ve zamanlaması olan eğitimden oldukça farklıydı. Sınıf
bile yoktu, stüdyomuz vardı. Stüdyo derslerinde arayı hoca vermiyor, biz
istediğimiz zaman kantine gidebiliyorduk. Hoca stüdyodayken kimseye sormadan
dışarı çıkabiliyorduk! Arkadaşlarımızla ve hocalarımızla konuşmak ve tartışmak
serbestti. Ve bu durum, sınırlara alışkın zihnime çok tersti.
Tüm bu değişikliklerin üzerine, bir de benim üzerime oldukça
fazla gelen bir hocam vardı. İlk yıl sağ olsun sınıfta başka kimse yokmuş gibi
benimle uğraştı. O zamanki halimi nasıl anlatayım; 18 yaşındayken çok daha
hassas ve güvensizdim. Biraz “titrek”tim. Titrek dememin sebebi üflenince bile
o nefesin etkisinden çabuk kurtulamamamdı. Eğer o yılı atlatıp bölümümde
kaldıysam tek sebebi kesinlikle inatçılığım oldu. Hoca benimle uğraştıkça inat
ettim. İnadına devam ettim.
O yıl sınıfta oluşan hava, bende aslında çok da yetenekli
olmadığım kanaatini uyandırdı. Eğitimin kalan 3 yılını bu kanaatime rağmen sınıfta
kalmadan, ortalama öğrenci notlarıyla geçirdim. Düşünüyorum da, o zaman şimdiki
bilincim olsaydı, potansiyelimi daha fazla ortaya çıkarıp kendimi daha iyi
ifade edebilirdim. En başta da o hocanın bana yaptığı yıldırmaya pabuç
bırakmazdım.
Ahhh ah, bir telefon derken ne derin konulara girdim.
Düşünceler ve anılar, zamandan bağımsız ve zamanın üzerinde hareket ediyor. Yazıyı
tekrar okuyup şöyle bir bakınca görüyorum ki, bir telefon görüşmesi beni yıllar,
yıllar öncesine götürmüş. İşitme cihazım ve ona bağlı aygıt sayesinde
yapabildiğim telefon konuşması sayesinde tamamen iyi duyduğum o yıllara
yolculuk etmişim. Aslında her şey aynı
kalmış ama aynı zamanda o kadar farklılaşmış ki: Yazıyı yazarken 18 yaşıma
dönmüşüm ama bir yandan ruhum ve dimağım o zamandan bu zamana bambaşka bir hale
bürünmüş.
Amaaan neyse, sonuçta iyi ki yaşanan her şey yaşanmış da bu
günlere gelmişim. Bu günlere gelip de bu satırları yazmışım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme